İdari işlemin iptali davaları, idare mahkemelerinde görülür. İptal davalarında görevli mahkeme, idari işlemi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. Yetkili mahkeme, idari işlemin iptali kararı verebilir.
İdari işlemler, sadece bireysel işlemler değil, aynı zamanda genel işlemler de olabilir. Genel işlemler, idarenin belirli bir kişi veya kişileri değil, herkesi ya da belirli bir grup kişiyi ilgilendiren işlemlerdir. Genel işlemler, yönetmelikler, tebliğler, genelgeler gibi şekillerde ortaya çıkabilir.
Yönetmelikler, idarenin kendi alanını ilgilendiren konularda çıkardığı, genel ve düzenleyici nitelikteki işlemlerdir. Yönetmelikler, kanunlara uygun olarak çıkarılmalıdır. Yönetmelikler, hukuka aykırı olmaları halinde, idari yargıda iptal davası yoluyla incelenebilir.
İdare mahkemeleri, idari işlemlerin hukuka aykırılığını tespit etmek ve işlemin iptaline karar vermek amacıyla açılan iptal davalarına bakmakla görevlidir. İptal davalarında, idarenin bireysel işlemleri olduğu gibi, genel işlemleri de iptal edilebilir. Yönetmelikler, idarenin kendi alanını ilgilendiren konularda çıkardığı, genel ve düzenleyici nitelikteki işlemlerdir. Yönetmelikler, hukuka aykırı olmaları halinde, idari yargıda iptal davası yoluyla incelenebilir.
İlginizi çekebilir; Ek Vergi İptali Dava Dilekçesi

İdari İşlemin İptali Dava Dilekçesi Örneği
ANKARA NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’ NA
Gönderilmek Üzere;
ADANA NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’ NA
Davacı :
T.C. Kimlik Numarası
Vekili :Av. NUH NACİ ÖZKAN
Adres :Adres başlıktadır.
Davalı :Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Adres : Mustafa Kemal Mahallesi Eskişehir Devlet Yolu (Dumlupınar Bulvarı) 9. km. No: 278 Çankaya / Ankara
Talep Konusu :
T.C. Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ nın 02.05.2018 tarih 2018/14003 Karar nolu davacı vekil edenin 17015153 başvuru nolu kamu görevine iadesi talepli başvurusunun reddine dair idari işlemin iptal edilmesine karar verilmesi istememizden ibarettir.
Açıklamalar :
B – Usul Yönünden:
1-) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun İptal ve Tam Yargı Davaları Başlıklı 12. Maddesi şu hükümleri ihtiva etmektedir: ‘’İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. ‘’
2-) Yine aynı kanunun 7. maddesinde açıkça ‘’ Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.’’ Hükmü yer almaktadır. Ayrıca yine aynı kanunun 11. Maddesi ‘’İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.’’ Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dava konusu idari işlemi müvekkilimiz süresi içinde iş bu davayı görevli ve yetkili mahkeme olan sayın mahkemenize açmış bulunmaktadır.
C – Esasa İlişkin:
1-) Müvekkilimiz davacı vekil eden yılında Adana Milli Eğitim Müdürlüğü’ nde hizmetli olarak göreve başlamıştır. 1987 yılında İller Bankasında santral memurluğunda 20 yıl görev yapmış olup daha sonra da yemekhanede satın alma memurluğunda 5 yıl daha çalışmıştır. 15 Temmuz 2016 günü FETÖ/PDY Terör Örgütü mensuplarınca kalkışılan, “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs” eyleminden sonra 28 Temmuz 2016 tarihinde müvekkilimin sözleşmesi tek taraflı olarak fesih edildi. 1 Eylül 2016 tarihinde de ihraç edilmiştir. Her ne kadar müvekkilim hakkında FETÖ/PDY Terör örgütü ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle hakkında kovuşturulması yapılıyor olsa da müvekkilim hakkında isnat edilen suçlamalar tamamen asılsızdır. Zira, FETÖ/PDY Terör Örgütü üyesi olan kişilerin en temel iletişim sağlamak için kullandıkları Bylock programı sorgulamasında BYLOCK KAYDI YOKTUR raporu çıkmıştır. Bununla birlikte müvekkilim hakkında Bank Asya hesabı olduğu gerekçesiyle terör örgütüne üyeliği söz konusu olduğu düşünülmüş olsa da müvekkilim Bank Asya Hesabını 1999 tarihinde açtırmış olup bu bankada hesap açtırmasındaki tek sebep kendisi ve ailesi için yatırım amaçlı güvende bir yerde saklamaktır. Bunun için de Bank Asya’ yı seçmesindeki neden de bankanın faiz vermemesidir. Müvekkilim mütedeyyin ve dini bütün bir aile yapısı olduğundan faizin günah olacağı düşüncesiyle faizsiz vermeyen bankada parasını saklamak istemiştir. Müvekkilimin bankadaki hesap hareketleri de incelendiğinde 2015 tarihinin Haziran ayına kadar kullanmıştır. Yapılan işlemlerinde de kanuna ve hukuka aykırı kurulan terör örgütü ile de bağlantılı herhangi bir derneğe, kuruluşa veya bir kişiye para aktarımı olmadığı da sabittir.
2-) Müvekkilim hakkında soruşturulan bir diğer husus da müvekkilimin FETÖ/PDY Terör Örgütüne bağlı olan 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 22.07.2016 tarihinde kapatılan BEYAZ YAKA KÜLTÜR ve DAYANIŞMA DERNEĞİ’ nde üyeliği tespit edilmiştir. Müvekkilimin de belirttiği üzere, müvekkilim 2008 yılında arkadaşı Hamdi Şahin’ in ısrarıyla üye olmuştur. Müvekkilim derneğe üyeliği boyunca dernekte aktif bir rolü, dernek üyeliği aidatı veya herhangi bir şekilde derneğe maddi yardımı da olmamıştır. Müvekkilim de 2010 yılında derneğe gidip üyeliğinin sonlandırılması için sözlü olarak başvurmuştur. Dernek sorumlusu da “tamam ben üyeliğini silerim” demesi üzerine müvekkilim de o tarihten sonra dernekle ilişkisinin tamamen kesildiğini düşünmüştür. Kaldı ki, dosya kapsamında da görüldüğü gibi dernekler bilgi sistemi üzerinden müvekkilim hakkındaki sendikaya üyeliği hakkındaki durum kısmında “pasif” olarak gözükmektedir. Müvekkilim dernekte aktif üyeliği söz konusu olsa idi durum kısmında aktif olarak yazılması gerekirdi.
3-) Bununla birlikte dosya kapsamına bakıldığında müvekkilimin FETÖ/PDY Terör örgütü kapsamında işlem yapılan şahısların genellikle konaklama kaydı bulunan otellerde 2011 yılında kaydı olduğu ileri sürülmüştür. Müvekkilim o tarihte İller Bankasında memur statüsünde görev yapmaktaydı. Dilekçe ekinde belirttiğimiz üzere, müvekkilime 2011 yılında Memur Sen Sendikasının genel kongresi Ankara Kızılcahamam Asya Termal otelinde yapılacağı bildirildiği için müvekkilim de Adana Memursen Sendikasının delegesi olduğundan 3 gece otelde konaklamıştır. Müvekkilim bu belirtilen konaklama dışında herhangi bir konaklaması söz konusu olmamıştır. Bununla birlikte müvekkilim söz konusu otelin FETÖ/PDY Terör örgütüne bağlı bir otel olduğundan bir bilgisi de yoktur.
4-) Müvekkilim hakkında FETÖ/PDY Terör örgütü ile bağlantısı olduğu tespit edilen telefon görüşmelerinin olduğu tespit edilmiş ise de müvekkilim bu şahısları SGK’ da çalıştıkları için tanımaktadır. Müvekkilim kendisinin akrabalarının SGK kurumunda bir işi olduğunda yardımcı olmaları için görüşmeleri olmuştur. Müvekkilim bu şahısların FETÖ/PDY Terör örgütü ile bağlantıları olduğunu bilmemektedir. Bilse idi kesinlikle bu şahıslarla görüşmesi olmazdı.
5-) Yüce mahkemenizin de takdir edeceği üzere ülke bütünlüğünü ve anayasal düzeni bozmaya çalışan silahlı terör örgütünün nasıl yapılandığını ve 15 Temmuz kalkışmasına kadar geçen süreyi özetlemek istersek şunları belirtebiliriz. Geride bıraktığımız yaz Türkiye, bir 16 Temmuz sabahına uyanamamıştır. Zira Türk insanı 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan geceyi ekseriyetle ayakta geçirmiştir. Bizler, ısrarla aynı soruyu sorup kendi kendimizi yatıştırmaya çalıştık. “Bu zamanda darbe, hem de bu devirde” diye söylenirken, henüz girdiği marketteki televizyondan aslında darbe yaptıklarını öğrenince olduğu yere çöküp ağlayan erlerin görüntüsünü görmüştük. Şaşkındık. Sonradan aslında ‘bu durumu’ tahmin ettiğini söyleyen pek çok kimse çıksa bile, lafın kısası, hepimiz şaşkındık. Onca işarete, açık açık söylenmeye, “Bu süreçte bir albay olsaydım daha iyi iş görürdüm” diyen profesöre rağmen belli ki konduramamış, bu ihtimali aklımıza getirmemiş, hayalperest ve zırva bulmuştuk. Nitekim 15 Temmuz kalkışması sistematik bir darbe hareketinden ziyade geri çekilen bir işgal kuvvetinin intihar saldırısı gibiydi. Bu yaşananlar bizleri müteakip günlerde pek çok mevzuda birleştirilmiş ve pek çok şeyleri tekrar düşünmeye itmiştir.
6-) Elbette üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan birisi de , 17/25 Aralık sürecinden sonra FETÖ olarak adlandırılmış bu örgütün yaptıklarını deşifre etmek ve yapacaklarına engel olmaktır. Türkiye bunu bir müddettir yapıyor veya yapmaya çalışıyordu. Bu işin önündeki en büyük engel ise toplumsal zaaflardan beslenen bu örgütün söylem çeşitliliği ile oluşturabileceği büyük yıkımı pek çok kimsenin gözünde hafifletebilmiş olmasıydı. 15 Temmuz’a kadar sosyal medyada insanlarımız “Arabamın benzini bitti, yolda kaldım, kesin arkasında paralel var” gibi söylemlerde bulunarak bu durumu alaya almıştı.
7-) Ancak milletimizin kahır ekseriyetinin unuttuğu şey; aynı örgütün vaktiyle Ergenekon ve Balyoz davalarının sulandırdığı gibi FETÖ ile mücadelede de, bu yapı üzerinden birbirini harcamaya çalışanlar, paralel iddialar, paralellik iddiaları, görülen kişisel hesaplar, kendini aklama stratejileri ve belki de hiç deşifre edilemeyen kripto yapıların bulunduğuydu.
😎 Ancak 15 Temmuz 2016 gecesi görüldü ki; 15 Temmuz kalkışmasının vicdanlarda ve zihinlerde durumu berraklaştırdığını, meseleyi net bir şekilde ortaya koyduğunu ve toplumsal bilinçlenmeyi son noktaya getirdiği anlaşılmıştır. Lakin yine apaçık söyleyebiliriz ki daha evvel ki pek çok dava ve girişimde olduğu gibi, illegal dinlemeleri ifşa eden, insanları kayıtlarla tehdit edip satın alan, susturan, organizasyonunu casusluk ve kirli işler üzerine kuran bir yapının 15 Temmuz’dan sonra yürütülebilecek FETÖ soruşturmasını da sulandırma ihtimalini ve ortaya konan iradeye rağmen yanlış işlerini yürütmeye devam edeceğini tahmin etmek sürpriz değildir. Çünkü meselenin bütünüyle ortaya konmasını zorlaştıran belli başlı noktalar bulunmaktadır. Şöyle ki;
9-) FETÖ ile mücadelede bütün bilgilerin birleştiği bir merkezi sistem bulunmamaktadır. Örgütün hangi kurumda nasıl yapılandığı bilinmediği için, soruşturmalar Emniyet, Bakanlıklar, MİT, MASAK gibi kurumların eliyle yapılmakta ve Başbakanlık üzerinden koordine edilmektedir. Bu koordinasyonun en önemli sıkıntılarından birisi zaten bu örgütün bütün stratejisini takiyye yapmak, zaaflar üzerinden söylem geliştirmek ve kendini gizlemek üzere kurmuş olmasıdır. Bu durum, tespit yapmayı zorlaştırmaktadır. Diğer büyük bir sorun ise MİT, yargı, Emniyet gibi birimlere sızan bu örgütün mezkûr yapılardaki işleyişi mükemmelen tahlil ederek, sistemde iz bırakmamak ve sistemin değmediği noktalar oluşturarak izini belli etmeden hareket etmek gibi bir alışkanlık geliştirmiş olmasıdır. Daha açık söylemek gerekirse mevcut istihbarat yöntemlerine vâkıf olan bu yapı, istihbarat yöntemlerinde iz bırakmadan yürümenin yolunu çok iyi bilmektedir. Zaten Bylock uygulaması da bu durumu açık bir şekilde işaret etmektedir. Doğruyu söylemek gerekirse karşımızda bir şekilde istihbarat toplama yöntemlerine yakalanmayan bir yapı bulunmaktadır.
10-) Sıradan hayatın içine sızan, dini ve kültürel alışkanlıkları bir suç malzemesine alet eden örgüt elemanları ile sıradan insanları ayırt etme analizi meselenin bir başka önemli boyutudur. Çocuğunu bir okula göndermenin, bir bankaya para yatırmanın, bir gazetenin üyesi olmanın veya buna benzer davranışların suç emaresi oluşturan özel durumlarını tespit etmenin pek de hukuk mantığına uymadığı ortadadır. Bize göre; Türkiye’de artık sıradan insanların fişlenmesi gibi istihbarat sistemi bulunmamakta ve artık suçtan kişiye ulaşılmaktadır. Örneğin devlete düşman olmak gibi bir konu üzerinden fişleme yapmak yerine suçtan kişiye ulaşılmaktadır. FETÖ mensuplarının birçoğunun zaten uyuyan hücreler gibi, zamanı gelince harekete geçmektedir. Bu nedenle bütünüyle örgüt üyelerinin takibini yapmak kolay değildir. Söz konusu örgüt zaten istihbaratı çok iyi bildiği için sistemin işleyişini, açıklarını, zaaflarını da çok iyi bilmektedir. Söz konusu terör örgütü istihbarat adımlarını bildikleri için yakalanmayacak şekilde örgütlenmiştir.
11-) Ayrıca bize bir kimsenin FETÖ üyesi olması noktasında en güvenilir bilginin Bylock programını indirip kullanmış olmak olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki bu program tesadüfen telefona indirilip kullanılabilecek bir program değildir. İlgili program sadece yazılımının yapıldığı ilk iki ay açık kalmış ardından ise sadece manuel olarak ulaşılıp indirilebilmektedir. Yani bir kişinin bu programı yanlışlıkla indirip uzun süre kullanmış olma ihtimali bulunmaktadır. Bu uygulamanın çok ileri teknik ve güvenlik özellikleri bulunmaktadır. Uygulamayı kullanan herkesin bir numarası bulunmaktadır. Bunun anlamı sohbet programlarında olduğu gibi söz konusu programı kazara yükleyip bütün telefon rehberini otomatik olarak eklemek mümkün değildir. Bu program aslında bir nevi FETÖ’ nün hücre sisteminin dijital hali gibi bir şeyden ibarettir. Ast-üst ilişkisi içinde herkes kendisine verilen numara veya numaralar ile görüşmüştür. Bu sisteme girebilmek için için iki kişinin referansı gerekmektedir. Yani bu sistemin yazılımı çok ileri bir istihbarat örneği olduğu gibi bu yazılımı kurmak ve kullanmak da ileri teknik özellikler ve irtibat gerektirmektedir.
12-) 200 binden fazla kişinin kullandığı bir sistemin aşağı yukarı ne kadar insana dokunabileceğini kestirmek güç değildir. Bu rakam, hatırı sayılır bir topluluk etmektedir. Ama kendi iradesi ile 17/25 Aralık sürecinden itibaren bu yapıyı desteklemeye devam etmiş kimselerin Bylock programı kullanması kuvvetli şüphe oluşturmaktadır.
13-) Türkiye’de bu programı kullandığı tespit edilen 210 bin kişi bulunaktadır. Bunlardan 165 bininin kimlik tespiti yapılmış ve diğer kıstaslarla karşılaştırılarak ve diğer delillerle birleştirilerek bu kişilerin örgüte üye olup olmadığına veya kişinin suç işleme potansiyelinin olup olmadığına karar verilmeye çalışılmaktadır. Daha evvel de bahsettiğimiz gibi konunun analiz kısmı çok zahmetli bir iştir.
14-) Maalesef ‘FETÖ ile mücadele’ kavramı gazetelere iki yıldır girmiş olsa da bu mücadelenin hakkıyla yapılmamış olmasının pek çok nedeni vardır. Öncelikle “amma abarttınız” diyen naif bir güruh ile Bugün ve Zaman gazetelerine kayyum atandığında gazetecilik içeri atılıyor diye kıyameti koparıp FETÖ’ cülerle aynı orkestrayı paylaşanlar ve siyasi irade içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği netlikte ve prensipte bu meselenin izini sürmemiş olanları unutmamak lazım gelmektedir. Sonuç ise, aynı cümle: ‘Bu kadarını tahmin etmiyorduk.’
15-) Tutuklanmalar ve KHK ile atılmalarda adaletten şaşmamak için şu düşünceyi esas almak gerekmektedir: Biz devletiz, suç örgütü gibi davranamayız, aynı metotları kullanamayız. Dolayısıyla kimlik tespiti yapıldıktan sonra kişiler örgüte üye olma potansiyellerine göre muhakkak derecelendirilmelidir. Soruşturmaların bilerek sulandırılmasına ve mağduriyetler yaratılmasına kesinlikle mahal verilmemelidir. Unutmayalım ki karşımızdaki örgüt organize olmuş ve örgüte kendini adamış ve kazanmak için hiçbir kutsal tanımayan, kendine her şeyi mubah gören bir ağ oluşturmuştur. Ankara’ya liste göndermek veya ‘bakın ben ne kadar FETÖ’ cü attım’ deme motivasyonu ile hareket eden kişiler kolaylıkla FETÖ’ cülerin yönlendirmesine maruz kalıp günahsız insanların canını yakabilirler.” Bunun yanısıra bir diğer önemli bir gerçek daha ise, bu kadar insana ve yakınlarına ne olacak? Sorusunun cevabıdır.
16-) 15 Temmuz’dan sonra ancak meselenin farkına varabilmiş, o güne kadar da mahallesindeki öğrenci yurduna yardım ettiğini düşünen, kurban bağışlayan kimselerle, bu örgüt ile iş tutmuş, şantajına boyun eğmiş, işine karıştırmış, bütçelerini teslim etmiş kamu personeli, idari amirler, yerel yöneticiler elbette bir tutulmamalıdır. Bu konuda siyasi iradenin gösterilmesi ve sıradan insanların travma geçirmesine müsaade edilmemesi önem arz ediyor.
17-) FETÖ manipülasyonunun önüne geçmeden, kendi bilgilendirme sistemimizi işler hale getirmeden yapılacak bir mücadele daha büyük sorunlar doğurma ihtimali bulunmaktadır. Nesnel standartların oluşturulması ve devlet mekanizmasını çalıştırmak gerekmektedir. Daha etkin bir istihbarat zemininin oluşturulmalı ve medyanın da konunun takipçisi olarak gerekli kişiler üzerinde baskı kurması gerekmektedir.
18-) Meselenin sosyal boyutu herkesin birbirini kolaylıkla darbecilikle ve FETÖ’cülükle suçladığı bir zemine doğru kaymamalıdır. Çoğunluğu FETÖ’cüler eliyle oluşturulan bu karşılıklı suçlama/fişleme ve yok etmeye çalışma ortamı yine en çok FETÖ’cülere yaramaktadır. Zira FETÖ sistemin açmazlarını ve açık noktalarını değerlendiren bir yapıdır., FETÖ’cüleri devlet yönetiminden uzak tutmak kadar bütün bu sistemi kullanma noktalarının deşifre edilmesinin ve kanalların kapatılmasının önemi de büyüktür.
19-) 17/25 Aralık sürecinde bir çizgi çizmek ve daha sonra darbeye karışmayan, darbeyi desteklemeyen suça bulaşmayan kişiler için bir rehabilitasyon sistemi geliştirmek gerekmektedir. Bu kişiler bir süre kamu hizmetinden muaf tutulabilirler. , bu kişilere toplumları ile barışmaları ve örgüt ile bağlarını koparmaları için bir süre verilmesi gerektiğini ve batıdaki gibi kamuda hizmet içeren rehabilitasyon cezaları verilebileceğini söyledi. Sivil toplumun bu konu ile ilgilenmesi ve psikolojik destek de çok önemli ayaklar elbette. Bu örgüt, tabanını Türkiye’de kaybetmiş, marjinalize olmuş, kendini radikalleştirmiş, beynini yitirmiş bir örgüt. Militanlaşan, eylemsellik kovalayan, Türkiye’ye zarar verme motivasyonu ile hareket eden FETÖ’cülerin yakalanması ve etkisiz hale getirilmesi elzem. Bunun için uyuyan hücreleri de tespit etme amaçlı devletin nesnel, iyi kurgulanmış bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Çünkü karşımızda kendini bir tek örgüt üyesi gibi tanımlayan kişiler yok. Toplumuna bilerek isteyerek planlı bir şekilde ihanet eden bir kitle, FETÖ’yü 15 Temmuz’da fark eden sempatizanlar, iyi organize olan ve hem AK Parti’nin hem bürokrasinin hem de yerel yönetimlerin içindeki kimselere belki şantajla belki ikbâl kaygısıyla boyun eğdirerek kendini gizleyen FETÖ’cüler tarafından mağdur edilen vatan evlatları var. Zor bir iş…”
20-) Yukarıda izah ettiğimiz FETÖ yapılanmasının nasıl bir örgüt yapılanması içerisinde hareket ettiklerini anlattık. Müvekkilim silahlı terör örgütüyle iş birliği içerisinde olduğuna dair somut bir delil olmamakla birlikte şüpheli vekil edenin ifadeleri ve dosyada mevcut deliller dikkate alındığında, üzerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütüne yardım etme suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı açıkça görülecektir. Zira; müvekkilim kesinlikle terör örgütüne yardım etme kastı ve iradesiyle hareket etmediği ortadadır. Bu nedenle müvekkilimiz hakkında verilen idari dava konusu idari işlemin iptaline karar verilmesini talep etme zaruretimiz hâsıl olmuştur.
21-) Dava konusunu hukukumuz açısından incelediğimizde; Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca, sosyal devlet, vatandaşların sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenen, onlara asgarî bir yaşam düzeyi sağlamakla kendini görevli sayan devlettir. Anayasanın 5. maddesinde de açıkça, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Madem bu durum böyledir, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müvekkilime karşı aldıkları karar tamamen haksız ve hukuki dayanaktan yoksundur. Bu kapsamda söz konusu idari işlemin iptali elzem teşkil etmektedir.
22-) Anayasanın 125. maddesinin 1. fıkrasındaki, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmünde de vurgulandığı gibi, hukuk devletinin bir gereği olan hukuka bağlı idare ilkesi, idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunu zorunlu kılmaktadır. Kamu yararının gerçekleştirilmesi ve gözetilmesini temel görev olarak üstlenmiş olan idare buna uygun olarak görev yapmak, dolayısıyla hukuka uygun işlem tesis etmek zorundadır.
23-) Bu noktadan hareket edildiği zaman idarenin işlemlerindeki hukuka aykırılıkları düzeltmek zorunda olduğu, hatta hukuka aykırı işlemlerin geri alınması konusunda idarenin bağlı yetki içinde olduğu doktrinde tartışılmaktadır. Ayrıca idarenin bu takdir yetkisinin mutlak olmadığı, kamu yararı ile bireysel temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olduğu Danıştay kararları ile sabit olduğu gibi hukukun genel kuralları için bilinen önemli yer tutan bir hukuki gerçektir.
24-) Anayasa Mahkemesi’nin hukuk devleti kavramına bakış açısı davamız açısından son derece önemlidir. Yüksek Mahkeme; “Hukuk devletinin Anayasanın açık hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere uygun olması gerekir. Böyle bir devlet, kamusal düzeni, güven ve huzuru bozan eylemleri etkili biçimde karşılayacak önlemleri seçebilir… Hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlettir.” Diyerek hukuk devletini tanımlamıştır. Bu tanım da dikkatle irdelendiğinde dava konumuz ve davalı idarenin usulsüz işleminde hukuka ve hukuk devleti olmanın gerektirdiği ilkelere aykırılığı alenen ortaya çıkacaktır.
25-) Anayasa Mahkemesin 19.04.1988 tarih ve 1987/16 esas, 1988/8 sayılı kararında, Kamu görevlilerinin özlük haklarının kanun ile düzenlenmesinin zorunlu olduğu, kanunla idareye kısıtlama yetkisi verildiği durumlarda genel ve belirleyici ölçü ve kıstasların yasa ile getirilmesinin zorunlu olduğu, “yasada “sınırlamanın nerede başlayıp nerede bittiği belirtilmezse, amacı aşan, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan, sınırlama içeriğinin takdirinin idareye bırakılarak sakıncalı sınırlama getirilmiş olacağı”, “içeriği çok geniş ve değişik biçimde yorumlanmaya elverişli “uymamak” kavramı, buna bağlı disiplin cezalarının uygulanmasında anlayış, yorum ve değerlendirme ayrılıklarına dayalı olarak eşitsizlik, çelişki, haksızlık doğurabileceği gibi yönetime, her an keyfiliğe dönüşmesine olanak verecek, geniş bir takdir yetkisi tanıdığı”, “içeriğinin belirlenmesi yetkisini idareye bırakan sınırlamanın, yasa ile konulduğundan söz edilemeyeceği” ne ilişkin tespit ve ifadelere yer verilmiştir.
26-)Fakat anlamlandıramadığımız bir şekilde idarenin müvekkilimize karşı bu tarz bir yaklaşımda bulunarak hakkında iptalini istediğimiz idari işlemi tanzim etmesi açıkça hukuksuzluktur. Zira kanunda çok açık olan bir maddenin aksini gerçekleştirmek, bu idari işlemin ne kadar haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunun bir göstergesidir.
27-) Yukarıda izah etmiş olduğumuz ve re’sen nazara alınacak diğer sebeplerle, dilekçemizin kabulüyle birlikte T.C. Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ nın 02.05.2018 tarih 2018/14003 Karar nolu davacı vekil edenin 17015153 başvuru nolu kamu görevine iadesi talepli başvurusunun reddine ilişkin idari işleminin iptal edilmesine ayrıca yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini saygılarımızla vekâleten arz ve talep zaruretimiz hâsıl olduğundan sayın mahkemenize başvurma zorunluluğumuz doğmuş bulunmaktadır.
Hukuki Nedenler : İlgili Mevzuat Hükümleri
Hukuki Deliller :
- T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ nın 02.05.2018 tarih 2018/14003 Karar nolu davacı vekil edenin 17015153 başvuru nolu kamu görevine iadesi talepli başvurusunun reddine ilişkin karar
- Ve her türlü ikamesi sonradan mümkün olabilecek hukuki delil.
Sonuç ve İstem :
Yukarıda izah etmiş olduğumuz ve re’sen nazara alınacak diğer sebeplerle, dilekçemizin T.C. Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ nın 02.05.2018 tarih 2018/14003 Karar nolu davacı vekil edenin 17015153 başvuru nolu kamu görevine iadesi talepli başvurusunun reddine ilişkin idari işlemin iptal edilmesine ayrıca yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini saygılarımızla vekâleten arz ve talep ederiz. 25.07.2022
Davacı Vekili
Av. Nuh Naci ÖZKAN
EKLER:
1-)Müvekkilimize ait onaylı vekaletname
2-) T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ nın 02.05.2018 tarih 2018/14003 Karar nolu davacı vekil edenin 17015153 başvuru nolu kamu görevine iadesi talepli başvurusunun reddine ilişkin idari işlem
Sıkça Sorulan Sorular
İdari işlemin iptali dava süresi ne zaman başlar?
İdari işlemin iptali için dava süresi, işlemin tebliğ tarihinden itibaren genellikle 60 gün içinde başlar. Ancak süre, özel durumlarda değişebilir. İdari işlemi etkileyen olay ya da durumun öğrenildiği tarihi de dava süresini etkileyebilir.
İdari işlemin iptali için idareye başvuru zorunlu mu?
Evet, genellikle idari işlemin iptali için önce idareye başvuru yapmak zorunludur. Başvuru sonrasında olumsuz bir sonuç alınırsa, mahkemeye dava açılabilir. Ancak bazı özel durumlarda doğrudan mahkemeye başvurmak mümkündür.
İdari yargıda iptal davası nerede açılır?
İdari yargıda iptal davası, idari işlemin uygulandığı yerdeki idare mahkemesinde açılır. İdari mahkemeler, idari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetler ve iptal taleplerini değerlendirir.
İdari işlemin iptali davası kime açılır?
İdari işlemin iptali davası, idarenin işlemi yapan birimine veya yetkili organına karşı açılır. Başvuru öncelikle ilgili idareye yapılır, ardından olumsuz bir cevap alınması durumunda idari mahkemeye başvurulabilir.